8 Mart 2010 Pazartesi

ÖYKÜLER 5 ("Odanda kim var ?" )



ODANDA KİM VAR ?

Bahçe tıklım tıklım doluydu. Fazladan bir kişi için dahi ne masada yer vardı, ne oturacak bir iskemle, ne de bir tabak daha yemek. Uzak şehirlerden gelen akrabalar ve yakın ahbaplar annesinin 50. yaş günü dolayısıyla Ankara’daki evlerine davet edilmiş ve bir parti organize edilmişti.

Fulya, birinci sınıf otellerin yıllanmış garsonlarına taş çıkartacak bir hızla ve ustalıkla ailenin diğer gençleri ile birlikte masalara servis yapıyor, boşalan tabak ve bardakları topluyor, fırsat bulduğu kadarı ile de kendine sorulan sorulara yanıt vermeye çalışıyordu. O gün, olmasını en çok istediği insan orada değildi. Erkek arkadaşı Fatih, rahatsız olduğunu söyleyip gelmemişti ve Aysel hanım ile telefonda konuşarak çok kibar bir şekilde davetini geri çevirmiş, 50. yaş gününü kutlamıştı. Ancak bu durum Fulya’yı pek tatmin etmemişti çünkü bir önceki günün büyük bir kısmını birlikte geçirmişlerdi ve Fatihin durumu gayet iyiydi. İçini bir şüphe kaplamıştı ancak kendini karamsarlığa sokmak istemiyordu. “ bir yandan da iyi oldu “ dedi içinden, “ zaten fazlasıyla kalabalık “ hem şimdi burada olsaydı bir sürü gereksiz soruyla bunalacak, sıkıntıya girecekti.

Büyükler yemeklerini bitirip sırayı gençlere ve çocuklara devrettikten ve herkes karnını doyurduktan sonra sıra pasta kesmeye geldi ve Fulyanın annesi Aysel hanım, alkışlar eşliğinde, bahçenin herkesin görebileceği bir yerine konan iskemlenin üzerine çıktı, zarafetle konuklarını selamladı ve konuşmasına başladı.

“ Beni bu günümde yalnız bırakmadığınız için hepinize çok teşekkür ediyorum. Bugüne kadar hiç kimseye doğum günüm var, gelin demedim. Aslına bakarsanız doğum günlerinin neden bu kadar önemsendiğini de pek anlamam. En iyimser tahminle günümüz dünyasında birçok ülkede olduğu gibi bizim ülkemizde de varolan zor koşullarda hayatta kalabildiğimiz, bir seneyi daha iyisiyle kötüsüyle geride bırakabildiğimiz için birbirimizi tebrik etmek ve iyi niyetlerimizi sunmak ihtiyacı duyuyor olabiliriz. Bunun içindir ki 50 yılı geride bırakabildiğim, hala sağlıklı bir şekilde karşınızda durabildiğim, çocuklarımı layıkıyla okutup, büyütebildiğim ve 30 yıllık mutlu bir evliliğe sahip olduğum için önce Tanrı’ya, sonra da siz aile fertlerime ve yakın dostlarıma şükran borçluyum. Bir yandan bakınca 50 yıl bir çırpıda geçip gitmiş diyorum ancak diğer yandan yeniden yaşamaya kalksam aynı sabrı ve gücü kendimde bulamayabilirim. “
“ Her ne kadar elimizden geldiğince birbirimizi arayıp soruyor, ziyaret ediyor olsak da maalesef toplu olarak bir araya gelmek düğünler ve cenazeler dışında pek mümkün olmuyor. Bugün aramızda olmayan tüm aile fertlerimizin ve dostlarımızın mekanı cennet olsun diyor, hepinizi bir kez daha sevgiyle selamlıyorum. “ Bir anda büyük bir alkış koptu. Fulyanın, ağladığına bir elin parmaklarını geçmeyecek kadar az şahit olduğu 25 yaşındaki kardeşi Cengiz de dahil herkesin gözleri dolmuştu. Aysel hanım da dayanamadı ve ağlamaya başladı.

Kısa bir sessizliğin ardından Fulyanın babası Serhat bey tok bir sesle Cengiz’e seslendi. “ Delikanlı ! Koy bir müzik de neşelenelim biraz, efkarlanmaya mı geldi bu insanlar buraya ? Fulya ! Sen de koş mutfağa, bakalım annen pastasını beğenecek mi ? “ Cengiz, babasının dediğini yaptı ve bir gün önceden özenle kurduğu ses sistemi, bir anda bahçeyi düğün yerine çevirdi. Herkes, sanki az önce ağlayanlar onlar değillermiş gibi oynamaya başlamıştı. Fulya da kendi ile yaşıt sayılabilecek kuzenleriyle birlikte mutfakta pastayı hazırlamaya koyuldu. Bir yandan da aklı sürekli Fatihteydi. Hazır fırsat bulmuşken arayayım bari diyerek cep telefonunu alıp numarayı çevirdi ve salona doğru yürümeye başladı. Numara meşgul çalıyordu. Salona girdi. Cengiz de elinde telefon salondaki kanepede oturuyordu. “ Tamam aşkım, birazdan çıkacağım “ dedi ve telefonu kapattı. “ Hayırdır, nereye ? “ dedi Fulya, “ dışarı çıkacak başka gün bulamadın mı ? Annem çok kırılır. “ “ Demet aradı abla “ dedi Cengiz, “ sürekli ağlıyor, babasıyla kavga etmiş yine, mümkün olduğunca çabuk görüp geleceğim. Anneme durumu anlatırım, anlayışla karşılar. Sen de biraz destek çık. Kızı bu saatte o halde tek başına mı bırakacaktı filan de olur mu ? “

“ Ah benim düşünceli kardeşim “ dedi Fulya, “ gel seni bir öpeyim. Keşke bütün erkekler senin kadar romantik, senin kadar asil olsa “ Cengiz’in yüzü kızarmıştı. Aceleyle ablasına sarıldı, öptü ve annesiyle konuşup evden çıktı. Fulya, tekrar Fatihin numarasını çevirdi. Bu sefer hemen açıldı ve Fatihle bir süre konuşup sesini duyduktan sonra mutfağa geri döndü. Alkışlar eşliğinde pasta kesilip yenildi, danslar edildi, geçmiş yıllardan açılan muhabbetler birbirini kovaladı. Fulyanın ise aklının bir yanı sürekli Fatih’leydi. Nedense o gece, özellikle ertesi sabah değil o gece onu görmek istiyordu. Annesini boş bulduğu bir ara kenara çekti ve durumu anlattı.
_ Lütfen anne bisikletime atlar 15 dakikada giderim. Çok geç olmadan da dönerim.
_ Tamam. Herhalde aynı şeyi ben anneme söyleseydim beni topuklarımdan tavana asardı. Ama şimdi devir değişti değil mi. Git bakalım ama dikkatli ol. Çok geçe kalmadan da geri dön, babana kendini aratma !
_ Tamam tamam anneciğim merak etme babam gittiğimi anlamayacak bile. Görmüyor musun zaten kafayı bulmuş, ne konuştuğunu bile hatırlamaz yarın.
Fulya, odasında duran bisikletini çıkarttı, üzerine bir hırka alarak içerinin sakin olduğu bir anda evden çıktı ve Fatihin evine doğru yola koyuldu. İçindeki “ onu görmem lazım “ hissi, garip bir huzursuzlukla çoğalıyor, pedallara sanki bir yarıştaymışçasına asılıyordu. Fatihin evinin önündeki dik yokuşla beraber 15 dakikalık mesafeyi neredeyse beş dakikada gitmiş ve kan ter içinde kalmıştı. Fatih, bahçeli dubleks bir evde oturuyordu. Fulya bahçeye girdi, bisikletini demirlere zincirledi. Kulübesinden çıkan Adonis, onu hemen tanıdı ve etrafında dolanarak sevgisini gösterdi. Fulya, onunla biraz oynadıktan sonra kapıya yöneldi. Salonun, mutfağın ve Fatihin odasının ışıkları açıktı. Saçındaki tokayı çıkarttı, kafasını öne eğip arkaya attı ve saçlarını tekrar topladı. Kapıyı çaldı. Bir süre bekledi ancak açan olmadı. Herhalde uyuya kaldı diye düşünüp bu defa parmağını zilde uzun süre basılı tutarak tekrar çaldı ancak yine açan olmadı. Cep telefonunu çıkartıp Fatihi aradı. Telefon çalıyordu. Fulya, bir yandan da zile basmaya devam ediyordu ama ne kapı ne de telefon açılmıyordu. Oysa dışarıdan telefonun çaldığını duyabiliyordu. Birden telefonun sesi kesildi ama Fulya hala arıyordu.
“ Sessize aldı “ dedi kendi kendine. Bu defa salonun camına yöneldi. Cam acıktı, sadece cama takılı bir sineklik vardı. Işık da açık olduğundan evin içi gayet net gayet net görülebiliyordu. Fulya, salona şöyle bir göz gezdirdi. Dvd oynatıcısı açıktı, televizyon ve oturma takımlarının arasındaki sehpada hala dumanı tüten, belli ki alelacele söndürülmüş bir sigara, iki kadeh ve boş bir şarap şişesi duruyordu. “ Ahh “ dedi, “ biliyordum, böyle bir şey olacağını biliyordum.”

Kan beynine sıçramıştı. Gözlerinden adeta alevler fışkırıyordu. O sinirle camı kapatan sinekliği tırnaklarıyla paramparça etti ve pencerenin kenarlarından destek alıp tırmanarak salona girdi. Eline geçen her şeyi etrafa fırlatmaya başladı. Tam Fatihin diz üstü bilgisayarını camdan atacaktı ki “ Fulya dur n’apıyorsun ! “ dedi Fatih tedirgin bir sesle. Fulya, önce elinde bilgisayarla ne yapacağını bilemedi, daha sonra bilgisayarı yere attı ve bağırmaya başladı.
_ Bir saattir zile basıyorum, açmıyorsun. Telefonunu arıyorum, açmıyorsun bir de utanmadan sessize alıyorsun. Salonun camından sinekliği parçalayarak içeri giriyorum, bir de bakıyorum ki birileriyle filmler seyredilmiş, şaraplar içilmiş, sigaralar tüttürülmüş. Ama Fatih Bey kim görse hasta yatıyor. Şimdi de karşıma dikilmiş ne oluyor diyorsun ! Sen bana söyle Fatih ne oluyor ?
_ Fulya lütfen gider misin bu konuyu sonra konuşalım.
_ Lütfen gider misin mi ? Yok ya ! Baksana sen bana, benim alnımda salak filan mı yazıyor ?
_ Fulya lütfen….
_ Ne lütfeni be ne lütfeni ? Çağır gelsin buraya !
_ Kim gelsin ?
_ Odanda kim varsa o gelsin. Kiminle şarap içip alem yaptıysan o gelsin !
_ Offf ….
_ Fatih benim sabrımın sınırlarını zorlama ! Şu anda odanda olduğunu biliyorum. Çıkarım yukarı, camdan nasıl girdiysem o kapıyı da kırarım, o kızı da elimden sen değil polis gelse alamaz ! Şimdi git onu buraya getir, konuşmak istiyorum.
_ Ne konuşacaksın ki Fulya ? Her şey zaten yeterince açık değil mi ? Tamam beni yakaladın işte daha ne istiyorsun ?
_ Sadece şunu merak ediyorum; senin zaten aylardır bir kız arkadaşın olduğunu biliyor mu, bilmiyor mu ?
_ Ona sormana gerek yok, ben söyleyeyim. Biliyor.
_ Çüş Fatih çüş ! Bu kadar da geniş olunamaz ! Para da ödüyor musun hizmetlerinden dolayı?
_ Fulya lütfen düzgün konuş.
_ Bir de gözümün içine baka baka onu koruyorsun ha ! İnanılmaz bir durum ! Hazır bu kadar acı çekmişken mutfaktan bir bıçak kap gel de sapla kalbime kurtulayım !
_ Fulya tamam sakin ol, seninle zaten en yakın zamanda konuşacaktım. Böyle olması çok kötü oldu biliyorum ama rica ediyorum şimdi git, onu da korkutuyorsun.
_ Ah canım benim korkmuş mu ? Belli baksana yemiyor bir tarafı aşağı inmeye !
Fulya, Fatihe yaklaştı. Elini kaldırdı, tam tokat atacakken Fatih onu bileğinden yakaladı ve geri ittirdi. Fulya, sendeleyerek yere düştü. Gözleri dolarak yerden kalktı, Fatihin suratına tükürdü ve kapıdan çıktı. Bisikletinin zincirini çözüp hızla evden uzaklaştı.

Fatih, onun gittiğinden iyice emin olduktan sonra üst kata çıktı, cebinden anahtarı çıkartıp odasının kapısını açtı. “ İşte şimdi sıçtık ! “ dedi Cengiz. “ Ne yapacağız ? “ “ Saçmalama “ dedi Fatih, “ senin sen olduğundan haberi bile yok. Beni bir kızla bastığını sanıyor. Hemen ara, neredesin, ne yapıyorsun filan de. Muhtemelen ağlayarak sana çok ihtiyacım var, eve gel diyecektir. Biraz bekler, sonra da gidersin. Hiçbir şeyden haberin yokmuş gibi olanları dinlersin. Sakın bir şey belli etme, soğukkanlı ol. Birkaç gün görüşmeyiz. Sonrasına da sonra karar veririz artık. Ara hadi. “ Cengiz, odadan telefonunu aldı, Fulyayı aradı. Fulya, telefonunu açar açmaz daha Cengiz’in nasılsın diye sormasına fırsat kalmadan ağlamaya başladı. Güçlükle “ Cengiz hemen eve gel, sana çok ihtiyacım var “ diyebildi ve telefonu kapattı. Cengiz, adeta şoka girmişti. Bunu fark eden Fatih, onu tutup silkeledi. “ Cengiz kendine gel! Bu olanlar senin suçun değil. Fulyadan zaten ayrılacaktım biliyorsun ama bugüne kadar beklemem bile hataydı. Ortada bir suç varsa kesinlikle bana ait. Şimdi git ve elinden geldiğince sakin olmaya çalış. Hatta bana küfret, beni bulup sıkı bir ders vereceğini, ağzımı burnumu kıracağını filan söyle. “ Cengiz, Fatihe sıkı sıkı sarıldı, onu son bir defa öpüp eşyalarını toparladı ve evden çıktı. Fatih de bahçeden onu uğurladıktan sonra yere oturdu ve bir sigara yaktı. Adonis, koşarak yanına gitti. Yolunda gitmeyen bir şeyler olduğunu sezmiş, efendisinin dizlerine başını koymuştu.

“ Kötü bir şey yaptım Adonis, biliyorum ama inan böyle olmasını hiç istemezdim. Niyetim sadece kardeşini iyice tanıyana dek bir süre Fulya ile takılmak, sonra da onu kırmadan nazikçe ayrılmaktı ama o bana aşık oldu. Ben de kardeşine aşık oldum. Durum gitgide karmaşık bir hale geldi. Ha bugün ha yarın derken şu olanlara bak. Bu bize ders olsun, bundan sonra kadınlarla olan ilişkilerimizde çok dikkatli olalım tamam mı ? “ Adonis, onu onaylar gibi iki kez havladı.

06.08.08 / Ankara
Ferit GÜNAYDIN.

FOTOĞRAF : Simge KOCA

© TÜM HAKLARI SAKLIDIR

Hiç yorum yok: