31 Ağustos 2007 Cuma

İFTAR SAATİ - Öykü

Ramazan ayının ilk günüydü. Dışarıda kar yağıyordu. O gün hayatının ilk orucunu tutmuş olan 10 yaşındaki küçük Murat, evlerinin çaprazındaki caminin şerefesinde iftar zamanını haber verecek olan ışıkların yanıp yanmadığını görebilmek için yanağını yapıştırdığı camın ne kadar soğuk olduğuna aldırmıyordu bile.

Akşam olup da okuldan eve döndüğünde annesini birbirinden güzel yemek kokuları arasında tatlı yaparken bulmuştu. Anne olmak ne kadar zor iş diye geçirdi içinden. Annesi de diğer herkes gibi bütün gün aç ve susuz beklemiş olmasına rağmen saatlerini içlerinden bir lokma bile alamadığı yemekleri hazırlamakla geçirmişti. Annesinin boynuna sarılıp yanağına bir öpücük kondurduktan sonra “senin için yapabileceğim bir şey var mı ?”diye sordu. “Elbette” dedi annesi sevecen bir ses tonuyla oğlunun saçlarını okşayarak. “Önce elini yüzünü güzelce bir yıka sonra da üzerini değiştirip salondaki masayı akşam yemeği için hazırlamama yardım et.” “Peki anneciğim” dedi gülümseyerek. Banyoda temizlenip üzerini değiştirdikten sonra salondaki dolaptan misafirler için kullanılan tabakları çıkarttı ve özenle masanın üzerine dizmeye başladı.

O sırada kapı çaldı. Gelen babası olmalıydı. Babası, bir fabrikada muhasebeci olarak çalışan orta yaşlı, zayıf, oldukça karizmatik görünüşlü bir adamdı. Murat, görünüşü itibariyle babasının küçük bir kopyası gibiydi ancak hiçbir zaman onun gibi birisi olmak istemezdi. Aralarında neredeyse yok sayılabilecek kadar kopuk bir ilişki vardı. Babası her an patlamaya hazır bir bomba gibi dolaşır, en ufak şeylerden saatlerce bağırıp çağırmak için kendisine haklı sebepler üretirdi. Ona göre Murat, hiçbir şeyi doğru dürüst beceremez, hep bir şekilde yüzüne gözüne bulaştırırdı. Yaptığı yanlışların karşılığında da dayak yemeliydi çünkü ancak bu şekilde aynı hatayı tekrarlamaktan kaçınabilirdi. Murat, yıllardır gece ağlayarak yattığı yatağından sabah gülümseyerek uyanmaya alışmıştı ancak annesinin geceleri gizlice salonda oturup ağlaması içini acıtıyordu.

Kapıyı açtı. “Hoş geldiniz” dedi babasından gözlerini kaçırarak biraz da ürkek bir ses tonuyla. “Niye bu kadar geç açtın kapıyı ? Sağır mısın duymuyor musun ?” diye söylenerek içeri girdi babası. Ardından da babaannesi ve dedesi girdiler. Murat, pardüsölerini alıp askıya astıktan sonra salona giderek tek tek ellerini öptü. “Nasılsın dedeciğim ?” dedi. “İyi Allah’a şükür sen nasılsın ?” diye sordu dedesi alacağı cevabı pek umursamayarak. Murat kendisini bildi bileli dedesiyle hal hatır sormak dışında hiçbir şey konuşmamıştı. Babaannesi ise hiç susmadan konuşur, her yakaladığı yerde yüzüne ıslak öpücükler kondururdu.

Murat masanın eksiklerini tamamlayarak odasına koşturdu. Yanağını buz gibi cama yapıştırarak şerefenin ışıklarını ve ezan sesini beklemeye koyuldu. Çok geçmeden ışıklar yandı, ezan okundu ve Murat, “ışıklar yandıııı” diye bağırarak salona koştu. “Hadi o zaman” dedi babası “otur da orucunu aç.” Sonra da dedesine dönerek “Biliyor musun benim oğlum bugün oruç tuttu” dedi gururla.

Gözleri dolmuştu Murat’ın. Babası ilk defa ondan bu şekilde gururla benim oğlum diye bahsetmişti. Sonunda başarmıştı. Bütün gün aç ve susuz kalmış olsa da babasının gözünde bir işi yüzüne gözüne bulaştırmadan tamamlamıştı. Tarif edilemez bir sevinçle masaya oturdu ve annesinin birbirinden lezzetli yemeklerinin tadını çıkartmaya koyuldu. O gün güzel bir gündü ve o gece uzun zaman sonra yeniden gülümseyerek uykuya dalacak, sabah olduğunda da aynı tebessümle yatağından kalkacaktı.

31.08.07 / Antalya
Ferit GÜNAYDIN.


Hiç yorum yok: