Bir şeyler söylemeye çalışıyordum ama kimse beni dinlemiyordu.
Herkes o kadar kaptırmıştı ki kendini ölümlü dünyanın sonu gelmeyecek sanılan
telaşlarına, bir çocuğun rüzgara kaptırdığı uçan balonlar gibi kopup gidiyorlardı
özlerinden.
Kiminin babasıyla arası
kötüydü, kiminin matematik notları. Kimi akşam nereye gideceğini bulamıyordu,
kimi dışarı çıkarken ne giyeceğini. Kiminin sinemaya gidecek vakti yoktu,
kiminin cebinde bilet alacak parası. Benimse kalbimde bir iç savaş, hayatta
kalmaya çalışıyordum.
Sen gitmiştin, o günün sabahı
doğan güneşi de yanına alarak. Bir körün ezbere bulduğu gibi yolunu, ezbere
yaşıyordum hayatı. Hangi saatte nerede olmam ve ne yapmam gerekirse o kadarını
yapıyor, işlerim bitince de bana bıraktığın karanlıkta olduğum yerde çakılıp
kalıyordum. Sesler beynimde uğulduyordu. Sessiz kalmaya çalıştıkça sanki
inadına duyuyordum ve her şey kafamın içinde birbirine giriyordu. Harfler,
kelimeler, cümleler uzayıp gidiyordu. Manadan yoksun, hayattan kopuktular.
Bir gemi batıyordu Akdeniz’de.
Yardım istiyor, sinyaller gönderiyor ama kimse onu duymuyordu. Ben ise birlikte
çarptığımız o geminin dümeninde ihanetini hazmetmeye çalışıyordum. Geri
dönersin, beni almadan hiçbir yere gitmezsin sanıyordum. Öyle demiştin çünkü,
hatta çok daha fazlasını… artık ne önemi kalmıştı ki. Ağlayarak seyrettim son
anda binip uzaklaştığım kayıktan koskoca bir geminin dakikalar içinde yitip
gidişini. Ve ben bir zamanlar o koskoca gemiyle yol alırken yararak dalgalarını
azgın denizlerin, şimdi bir sandalda iki kürekle kalakalmıştım
Yolum uzun, yüreğim yorgundu.
Yapılabilecek pek bir şey yoktu… küreklere asılmaktan, yaşamaya çalışmaktan
başka !
Ferit GÜNAYDIN
08.05.2007 / Ankara