8 Eylül 2005 Perşembe

ADIMI SAKLA - Düz Yazı

Keşke... keşke bir ihtimali olsaydı seni ilk gördüğüm o an’a geri dönebilmenin. İlk kez gözlerinin içine içine baktığım, benim olma ihtimalin için tanrıya yalvardığım, seni ilk kez herkesten kıskandığım, ilk kez adını duyduğum, adını ağzıma sakız yaptığım, o günün gecesi seni düşünmekten aklımı kaçırdığım o an’a geri dönebilmenin keşke ufacık, küçücük, milyonda bir bir ihtimali olsaydı! 

Neden biliyor musun ? İlkler unutulmaz derler ya ondan. Her şeyi unutuyorum da, ikimize dair bütün güzellikleri yaşadığım acılarla ve uğruna ödediğim bedellerle birlikte yakıp, kül edebiliyorum da bir seni ilk gördüğüm o an’ı, o anki saflığını, gözlerindeki davetkarlığı, bedenindeki cüretkarlığı, sözlerindeki usta sahtekarlığı unutamıyorum !

Köprünün altından çok sular geçti haklısın. Kapılıp o sulara, kendimizi ayrı kıyılarda bulduk. Ayrı kıyılarda yepyeni hayatlar kurduk. Yepyeni hayatlarda birbirimizden hayatta kalanları öldürene kadar vurduk! Ama sen ölmüyorsun, ölemiyorsun bir türlü; dirilip dirilip boğazıma sarılıyor, nefesimi daraltıyor, gözlerimi karartıyorsun ! Oysa ben yaşamak istiyorum. Yeni doğan günü, seninkiler dışında bir çift güzel gözü, güneşin bana dönük yüzünü görmek istiyorum. 

Sana tekrar sıkı sıkı sarılmak, sana sarılırken aşkından sarsılmak, yine bembeyaz sayfaları baştan başa adınla donatmak için değil, sadece yaşamak için zamanı başa sarmak mümkün olsaydı... diyorum keşke olmasaydı, bütün bunlar hiç yaşanmasaydı !

Şimdi benim sende adım, senin bende aşkın kaldı ! Adımı sakla. Lütfen özen ve itinayla. En ufak bir suçluluk duymadan büyük bir gururla. Tıpkı benim aynı şekilde aşkını sakladığım gibi. 

08.09.05 / Eskişehir
Ferit GÜNAYDIN

3 Eylül 2005 Cumartesi

UYUMUYORUM - Düz Yazı


Uyumuyorum. Gecelerdir sabahın ilk ışıklarına kadar direniyorum uykulara. Bir tür manyaklık bu, bir tür saplantı. Uyuyamamak değil çünkü uyumamak söz konusu olan. Zamanla bir problemim var. Seni benden yavaş yavaş ve acımasızca bana büyük acılar tattırarak alıp götüren zamanla ciddi bir problemim var.

Daha doğrusu beklentilerim var geçip giden günlerden. Ümitlerle, gözyaşlarıyla, seninle alakalı beklentilerim. Çıkıp, gelmen değil tabi ansızın ama hiç değilse senden gelecek bir mesaj cep telefonuma, hiç yoktan atacağın bir çağrı... bir mesaj kaç soruyu cevaplar yada bir çağrı hangi boşluğu doldurur bilmiyorum ama uykusuz kaldığıma değer.

Rüyamda bile göremiyorum seni artık, rüyamda bile hayal oldun bana ! Şimdi ben çoban kulübesinde kurduğum padişah düşünün uğruna direniyorum gecelerdir uykulara. Mesaj atarsın da anında cevap yazamam, birdenbire çağrı atarsın da birdenbire karşılık veremem diye... yanlışlıkla rüyama girersin de uyanınca yine gidersin ve ben bu gidişe mani olamam diye.

03.09.05 / Eskişehir
Ferit GÜNAYDIN.

28 Ağustos 2005 Pazar

İÇİMDE AŞKIN KALDI - Düz Yazı

İçimde bir şey kaldı. Adınla canlanan, yokluğunla cansızlaşan... Bir şey beni uykusuz, kalbimi yetim bırakan. Onca kavgana, ahlaksızlığına, alakasızlığına rağmen acıyla, gözyaşıyla ama yine de bir umutla sana karşı bir şey kaldı içimde.

Uğraşma anlamazsın. Yorma kendini sana göre bir hiç uğruna. Senin sırf gözden düşmemek adına yalanladığın şey benim içimde sana söylemeye çalıştığım sözler gibi, seninle yaşamaya kalkıştığım hayat gibi, seninle yaşayabilmek adına hayata karşı başlattığım savaş gibi yarım kaldı! Utangaç aşığın hiç gönderemediği mektubu, evlenememiş kızın hiç açamadığı çeyizi, savaşa giden askerin geri dönemediği evi gibi isyana meyil veren, bekledikçe acı veren, bütün kozları senin eline veren şey benim içimde öylece kalakaldı.

Üç beş kuruş uğruna gözünün yaşına bile bakmadan yaşlı bir kadını öldüren soğukkanlı katilin kapıda kalan parmak izi gibi bir gece aniden durdurduğun kalbimden sen gittin ama aşkın içimde kaldı !

28.08.05 / Eskişehir
Ferit GÜNAYDIN.

26 Ağustos 2005 Cuma

HEDİYEN OLSUN - Düz Yazı


Seni sevmiyorum ! Okudun mu ? Anladın mı ? Tekrar yazayım mı ? Artık seni sevmiyorum ! 

Şimdi için rahat olsun. Kalk şimdi oturduğun yerden, git bul gözlerinin içine baka baka beni sevmediğini söylediğin herkesi; gözlerimin içine baka baka “seni seviyorum” dediğini unuttuğun gibi gözlerinin içine baka baka “seni seviyorum” dediğimi de unutarak seni artık sevmediğimi anlat. 

Ben yalan söylemeyi pek beceremem ama senin zaten hayatın yalan. Onca büyük yalandan sonra bu küçücük yalan da bana hediyen olsun !

26.08.05 / Eskişehir
Ferit GÜNAYDIN.


20 Mayıs 2005 Cuma

GİDECEKSİN BİLİYORUM - Düz yazı

Gideceksin biliyorum. Git çünkü tutamayacak sözlerim seni daha fazla. Ellerim, ellerini tutamayacak artık, kalbim kalbine tutunamayacak. Git. Günün hangi vakti olduğuna, benim o vakit yanında olup olmadığıma, seni göremediğim bir an bile kahrolduğuma aldırmadan git !

Ne bana ait bir şey alarak, ne kendine ait bir şey bırakarak, sana olan aşkımı ısrarla anlamayarak, gururunu ayaklar altına almamak adına yine kendinle savaşarak git. Çoktan etrafa sinmiş kokunla, duvarlarda ebedi çınlayacak sesinle, hafızama kazınan asil duruşunun resmiyle, hep istediğin gibi beni sonunda ağlatarak git ! Yaşama dair hiçbir hevesimi sağ bırakmadan, terk ettiklerini hiç tanımamış gibi arkana bile bakmadan, sanki bir kelime etsen ölecekmişsin gibi ağzını bıçak açmadan git. Sağa bakarak, sola bakarak, etrafa bakarak, ama asla yüzüme bakmayarak, büyük bir zevkle beni hiçe sayarak git ! Git bir tanem, delilik bir an, pişmanlık bir ömür sürer saçmalığına inanmadan, keskin bir nişancının yayından fırlayan ok gibi hedefini şaşmadan, spor olsun diye avladığın bir hayvanmış gibi kalbimi tam orta yerinden vurarak git !

Bil ki durmaz kalbim, atmaya devam eder yokluğunda. Hem daha ne sevdalar çıkar karşına hayat denen şu uzun yolculukta... Ben senin beni hala sevebileceğini düşünerek kendimi daha fazla kandırmadan, sen seni benden daha çok sevenler olacaktır umuduyla kendini bir çocuk gibi kolayca kandırarak git !

Sana verdiğim aşkıma, aşkım uğruna vazgeçtiğim hayatıma, hayatımın komada geçen yıllarına karşılık, hiç olmazsa suratıma içten bir “kendine iyi bak” demeden git.

Uğurlar olsun, yolun açık olsun, ne yapalım sağlık olsun, güle güle git...

20.05.05 / Ankara
Ferit GÜNAYDIN.


8 Mart 2005 Salı

YAPAYALNIZ - Düz Yazı


Yapamıyorum, inan bana yapamıyorum. Unutamıyorum seni. Kendimi kandırıyorum sadece. Çocuğuna ölen annesinin uzun bir seyahate çıktığını, ancak bir gün mutlaka döneceğini söyleyen, asla dönmeyeceğini bilen ama küçük bir çocuğun bunu kaldıramayacağından korkan bir baba gibi korka korka kandırıyorum kendimi. Seni de kandırıyorum, halkı gözlerinin içine baka baka kandıran siyasetçiler gibi. Yalanlıyorum gerçekleri. Dürüstlük oy kaybettirebilir çünkü, bir daha seçilemeyebilirim, ebediyen yok olabilirim siyaset sahnesinden.

Çok denedim biliyorsun senden uzaklaşmayı, çok uğraştım biliyorsun senden nefret etmek için. Benden nefret etmene sebep bulamadığım gibi, senden nefret etmek için de sebep bulamıyorum. İşlemediğim suçları yıksan da üstüme, en değerli varlığımı, sana olan aşkımı silsen de tek kalemde, seni ne kadar kıskandığımı bile bile kıskanmasan da kendini ellerin koynundan, senden nefret etmek için tek bir sebep dahi bulamıyorum.

Oysa o kadar çok ki sebepler seni sevmek için… Senin bıraktığın gibi beni, bırakamıyorum seni geçmişimde. Geçmişim yok çünkü, geçmiyor günler, vazgeçemiyor kalbim senden.

Delilik, bu durum senin tabirinle tam bir delilik. Hiç bulunamayan bir rakama tekabül ediyor toplamımız. Oysa seni sevmemek delilik benim kitabımda ! İkili başlamıştık oysa biz bu aşka. Evet karşılıklıydı. Adım gibi biliyorum bir karşılığı vardı adımın hayatında. Hayatım, adının bendeki karşılığını anlatmaya çalışmakla geçiyor. Geçip, gidiyor gözlerinin önünden dönmeyi istemediğin bir şehre ardı ardına kalkan trenler gibi. Bomboş kalkan, her vagonu adına ayrılmış trenler gibi. Ardından el sallayanı, vardığı yerde bekleyeni olmayan trenler gibi…

Beraber dolaştığımız sokaklarda yalnız dolaşıyorum, beraber içtiğimiz barda yalnız içiyorum, beraber söylediğimiz şarkıları yalnız dinliyorum… Şimdi bize bir zamanlar mutluluğun tanımını yapan bu aşktan, acının ne olduğunu dinliyorum.

YAPAYALNIZ !

08.03.05 / Ankara
Ferit GÜNAYDIN


16 Şubat 2005 Çarşamba

HEP AYNI GECE - Düz Yazı

O geceyi hatırlıyorum. Beynime kazınan, keşke bugün tekrarı olsa dediğim, bir kez, tek bir kez daha yaşayabilsem dediğim, ah ben ne yaptım dediğim o geceyi aylar sonra bile aradan geçen onca zamana, arasına karıştığım onca kalabalığa, unutabilmek adına verdiğim onca zahiyata rağmen dün gibi hatırlıyorum !

O gece, korkularımın en büyüğü olan yükseklik korkusuna rağmen dikildiğim uçurumun kenarından bir anda gelen deli cesaretiyle aşağı atlayıp intihar ederek, kayalıklara her çakılışımda, cam bir bardak gibi tuzla buz oluşumda yeniden bir araya gelerek, yeniden yukarıya çekilerek, yeniden aşağı atılarak ve asla ölmeyerek, sonsuza dek aynı acıyı yaşamakla lanetlendim; o gece seni sevmekle lanetlendim.

Yanı başımda yatıyordun. Yanı başında yanıyordum, eriyordum, itfaiye çağırıyordum gelmiyordu. Ellerim göğsümde kalp ritmimi sayıyordum. Nefes alıp, verişlerini duydukça nefesim kesiliyordu! Ne kadar çok yol gelmiştik, gelinebilecek en uç noktaya gelmiştik, öyle yada böyle aynı yatakta yan yana gelmiştik.

Acaba diyordum. Hala korka, korka acaba diyordum kendi kendime, bir çeşit oyun mu bu ? Ya da kendini bilmezlik. Belki boş bir zamanına rast gelmiştim. Belki boş bir zamanıma rast gelmiştin diyemeyeceğim çünkü çok doluydum sana karşı. Çok bilinçliydim, çok farkındaydım durumun, çok iyi biliyordum geçerli bir mazeret bulamayacaktım bu aşkta !

Elimi çekip göğsümden, elini tuttum düşerken bir dal tutmak gibi ağaçtan. Parmaklarını parmak aralarıma geçirip, kapattın elimin üstüne bırakma beni der gibi! Tanrım diyordum, bir şeyler yap diyordum, müdahele et diyordum, tanrıya çok inanıyordum. Bir çeşit işaret gibi algıladım elimi sıkışını, elimle birlikte kaderimi de avucunun içine alışını. Kaderimdin artık, kaçışım yoktu. Sarıldım bedenine sarıldığım bedenin Azrail olduğunu bilmeden. Seviyorum seni dedim, atladım aşağıya.

Ne kadar büyük bir risk aldığımı, tüm varlığıma poker oynadığımı anladığımda çok geçti. Elin, elimden iyi çıktı. Yarınıma kadar neyim var, neyim yok aldın. İşte bu yüzden ben hep aynı gecede kaldım.

16.02.05 / Eskişehir
Ferit GÜNAYDIN.


26 Ocak 2005 Çarşamba

OYUNCU - Öykü

Kalbim, ölmeyen, kendi de bunu çok istediği halde bir türlü ölemeyen ancak ölmüş gibi kabul edilip, cenazesi kaldırılmış bir adamın gömüldüğü arka bahçe. Yaşanmışlıkları kaldıramadığı için yaşamını gözden çıkartan ama inadına yaşamakla lanetlenmiş bir adam !

Genç yaşta diri diri gömülen bu adamın mezarından hortlayıp, ortalıkta dolaşması durumuna herkes çok alışık. Aslında kimse durumunun farkında değil. Bir ölünün bu kadar kanlı canlı kalabalığa karışması hiç şüphe uyandırmıyor. Hiçbir ödül oyunculuk gücünün karşılığı olamaz. Çok ustaca performansları mevcut ama ortada bir Oscar ödülü olsaydı onu son aşkında oynadığı yaşayan ölü rolüyle alırdı hiç şüphesiz. Kahramanımız henüz yirmili yaşlarında. Aşkı macera sanan, gaz açıkken kibritle oynayan küçük bir çocuk edasında. Defalarca kez ciddi şekillerde uyarılmış ateşle oynamaması konusunda. Birçok insan tarafından anlatılmış bu ateş sevdasının nerelere varacağı.

Doğum yılı 80’lere rastladığı için çok özel olduğu görüşünde. Milenyum, gençliğinin göbeğine oturmuş ama o asla bir milenyum genci olarak görmemiş kendini. Özel olduğunu düşünmesi internetten on dakikada elde edilebilecek bir bilgiyi ansiklopedilerde saatlerce araması ve bundan aldığı zevkin çok özel bir zevk olduğunu bilmesinden kaynaklanıyor. Ne de olsa gazatelerin hala kuponla ansiklopedi dağıttığı, canlı yayında çekilişle kitap dağıtılan programların yayınlandığı bir çocukluktan gelmiş. Elde edilmesi kolay olanın kaybedilmesinin de kolay olacağı gibi birçoğuna safça gelen bir düşüncesi var. Kolay bilgi, kolay kazanç, kolay arkadaşlık, kolay yemek ve benzeri kolaylıkları insanın gözüne sokan hızlı tüketim endüstrisine karşı ciddi bir direnişte.

O, hayatının her alanına yayılan bu sorumluluk duygusunun bilinciyle kalkmış, aşkı da aramaya koyulmuş. Bizimki bir gecelik aşktı, hevesti, heyecandı; bir deneyelim dedik ama daha fazla dayanamadık; benimki mantık aşkı; bir kereden bir şey olmaz, hergün kuru fasülye yenmez gibi cümlelerle aşkı bilmeyen insanların, ona aşkı anlatmalarına da maruz kalmış. Çok içerlemiş. Oturmuş kalkmış içerlemiş. Gitmiş gelmiş içerlemiş. İdolleri varmış çünkü “ Aşk için ölmeli aşk o zaman aşk “ diyen. Kendini kandırılmış hissetmiş.

Bir de bu kandırılmışlığın üstüne zamanla yalnızlık hissi eklenmiş. Tanrı'yı sevmekten bahsederken, birbirini sevmeyi unutan, Tanrı'nın adaletinden bahsederken kendi adaletinden şaşan, dinlerin kardeşliğinden bahsederken, aynı anadan doğma kardeşlerin bile kardeşliğinin şüpheli olduğu çok büyük bir cemaatle namaza durmuş aynı camide. İnandığı Tanrı da olmasa, az kalsın camide de bir başına kalacakmış !

Kandırılmışlığı değil ama yalnızlık hissini aşmış zamanla. Birileri daha olmalı demiş hep. Mutlaka biri daha olmalı. Bir gün çıkacak, aynı şarkıyı aynı makamdan okuyacak. Koyulmuş büyük bir azimle aramaya. Bulamadıkça hırslanmış. Dönüp dönüp tekrar aramış. Derken, gezerken bir gün frekanslar çöplüğünde, aniden bir kanalda durmuş. Sonunda aynı şarkıyı aynı özenle, aynı makamda okuyan bir ses duymuş. O sesin sahibini de aramış bulmuş. Özür dilemiş hayattan kandırıldığını düşündüğü için. Sonunda bulmuş. Aşkın üç harfe, üç güne, üç geceye sığmayacağını, onu sahte yaşamaya alışmış olanların gerçeğini kaldıramayacağını, kaldırabilenlerin de ayaklarını kaydırmak için ellerinden geleni yapacaklarını bilen, insan olduğunun bilincinde bir insan bulmuş.

Uykusuz geceler sabahları, güneşle kurulan düşler geceleri kovalamış. Ama maalesef bu durum, türünün ilk örneği olarak sonu mutsuz biten bir masalmış. Bir gece aniden uyanmış, yatakta yapayalnızmış. Tekrar uyumuş. Artık ne mecali kalmış tekrar aramaya, ne de kalbi dayanmış aynı şarkıyı mırıldanmaya… Almışlar, götürmüşler, kalbinin sesini ezan bilen çocuğu kendi kalbine gömmüşler ! Yaşama kafa tuttuğu için mi, gaz sızıntısına rağmen ateşle oynadığı için mi bilinmez…

26.01.2005/Eskişehir
Ferit GÜNAYDIN.

3 Ocak 2005 Pazartesi

KOKUNU YASTIKTA UNUTMUŞSUN - Öykü


Yatağa uzandım. Gece bayrağı sabaha devretmeye hazırlanıyor. Derslere dalmışım, evren için sınırsız olan zamanın insan için ne kadar sınırlı olduğunu unutuvermişim birden. Epeyce olmuş sen gideli.

Seni otobüse bindirdikten sonra eve geldim hemen. Ders çalışmam lazımdı. İlk defa bir işe yaradı ders çalışmak. Geçer miydi yoksa zaman senin ardından ? Defterler, kitaplar, notlar… kısa bir süre için unutturmuşlar içinde bulunduğun otobüsün arkasından nasıl lanet okuduğumu.

Yalnız bir ara kalkıp odamı aramaya başladım. İçimden bir ses doğru yerde ararsam çok sevineceğim bir şey bulacağımı söylüyordu. Güya sen bana giderken seni çok özleyeceğimi bilerek bir şey bırakmışsın. Bir çeşit hediye. Altıncı hissim pek bir güçlü olduğundan bunun hayal gücümün ürünü olabileceğine hiç ihtimal vermedim. Aradım, aradım, aradım… bir an telefonu alıp seni aramayı bile düşündüm ama ne diyecektim ? Ya bırakmadıysan ? Hem kendim yaptığımdan dolayı utanır hem de seni utandırırdım yok yere. Birkaç dakika içinde kendimi o kadar kaptırmıştım ki bir yandan arıyor, bir yandan da ne olabileceğini düşünüyordum.

Beni çok iyi tanıdığından beklenti içine girmiştim. Öyle herhangi bir şey olamazdı. Sen beni hep on iki'den vurmayı başarırdın çünkü. Yani şimdi öyle bir şey bulmalıydım ki gece rüyalarıma girmeli, uyandığımda beni gülümsetmeliydi. Bir kez daha şükredebilmeli, gidişine, gitmek zorunda olmana duyduğum öfkeyi hafifletebilmeliydim.

Ne kadar sonra bilmiyorum artık aramayı bıraktım. İç güdüme içerleyip, tekrar çalışma masama oturdum. Sigaramı yakıp, kitapları önüme çektim. Çalışmam gereken bir sınavım vardı. İyi ki de vardı. Yoksa nasıl geçerdi zaman ? Bir süre sonra içinde bir kibrit çöpü için dahi yer kalmamış kül tablasını boşaltmak için masadan kalktığımda anladım. Çok olmuş, akıp gitmiş saatler… uykum da gelmiş, gözlerim artık isyan ediyor. Her gece koynuma sokulup uyuyan kedim bile benden ümidi çoktan kesip kafasını pijamalarıma koymuş bilmem kaçıncı uykusunda.

Üstümü değiştirdim, dişlerimi fırçaladım, saatimi kurup yatağa uzandım. Yatak… bu yatak daha önce yattığım yatak değildi ! Değişik bir şeyler vardı. Burnuma bir koku geliyordu. Hiçbir dile çevirisi olmayan bir koku… kafamı çevirdim, yüzümü yastığa gömdüm, derin bir oh çektim. Tanrım, şükürler olsun, sonunda bulmuştum ! Bu yatakta dün gece sen yatmıştın. Giderken de kokunu bana bırakmıştın sanki biraz kasıtlı. Bebekler gibi uyuyabileyim, rüyamda seni görebileyim diye.

Artık hem gecem, hem de sınavım çok güzel geçecekti.

03.01.05/Ankara
Ferit GÜNAYDIN.