7 Kasım 2004 Pazar

SENİ TERK EDİYORUM - Düz Yazı


Kendime bir iyilik yapacağım ve bu gece bu evden sensiz çıkacağım. Çekip gideceğim arkama bile bakmadan.

Kapıyı hızla çarparak, kederimi kederimle çarparak, gururumu suratına çarparak gideceğim! Nasıl olsa arkamdan gelecek ve beni geri döndürmeye çalışacak umuduyla değil, şimdi gidiyorum ama elbet bir gün döneceğim ümidiyle değil, seninle ütopya bir aşk yaşamanın hayaliyle değil, artık gece olduğunu algılayarak, yarın yeniden doğacak günü bekleyerek, arkamdan asla gelmeyeceğini kabul ederek gideceğim.

Bu gidiş bir terk ediş olacak, her terk ediş gibi bir bedeli olacak, her bedel gibi ödemesi biraz zaman alacak ama ben hiçbir zaman inanmadığın cesaretimle tüm bunları bilerek gideceğim! Seni kalbimin kara listesine alarak, bu kalbe çektirdiğin acıları evlatlık alarak, vazgeç benden deyişini hiç unutmayarak, yapabileceğime hiç ihtimal vermediğin bir şekilde senden vazgeçerek gideceğim!

Benden sonra ne hale geleceğini, senden sonra ne hale geleceğimi, üşüdüğünde üstünü kimin örteceğini düşünmeden; sana verilebilecek en büyük cezayı vererek, seni kendinle bırakarak gideceğim!

Olmazsam, olamayacağını, bunu anladığında ne kadar geç olacağını, o geç vakitte suratının nasıl bir ifade alacağını adım gibi bilip, gülümseyerek gideceğim! Sen kalacaksın. Bunun beni son görüşün olduğunu sana söylemeden gideceğim!

Bir zamanlar sıkı sıkı tuttuğun ellerimi ceplerime sokarak, bütün sevdiğin yanlarımı yanıma alarak, bir zamanlar taparcasına baktığım gözlerine son bir kez bakmadan… en sevdiğin fotoğrafı yakarak, en sevdiğin şarkıyı mırıldanarak, geçmişe değil, geleceğe tutunarak, hafızamı kapıda kaybedip gideceğim!

Birden bastıran yağmur, her şeyi alan sel gibi, sana evlat acısı gibi koyup gideceğim!

07.11.04/Ankara
Ferit GÜNAYDIN.

31 Ekim 2004 Pazar

O AN - Düz Yazı

Her şeyin özü anlardır. Benim özüm seni gördüğüm o andır. Bu suçta kalbim birinci dereceden zanlıdır! O anda içime düşen ateşin can havliyle ben bütün kuralları çiğnerim! Geride ne örf kalır, ne adet! Geride ne korku kalır, ne endişe! Geride ne zaman kalır, ne mekan!

Senin bana silahını doğrulttuğun, benim karşında öylece kalakaldığım o an, aklın nerede olduğu meçhuldür. Sen neden bir süre daha beklemez, insafa gelmezsin? Ben neden biraz daha erken hareket edip, kaçmaya yeltenmem? Ve bir anda sen deliliğinle katil, ben cesaretimle aşık olurum. Ve bir anda bu aşk suç sayılır. Bu suçta kalbim birinci dereceden zanlıdır.

31.10.04/Ankara
Ferit GÜNAYDIN.


21 Ağustos 2004 Cumartesi

TANRI BENDEN ÖZÜR DİLER Mİ ? - Düz Yazı


Bir sonucu olacak mı, son durağı var mı bindiğim otobüsün ? Bindiğim otobüs sürüklerken beni hasretten hasrete, terminalde bekleyen mutluluklar var mı bir yerlerde irili ufaklı ? Bulabilecek mi bunca özlem, bunca gözyaşı, bunca sevda ( kalbime basınç yapan ) akacak bir deniz ? Var mı bir manası gecenin yarısı şaha kalkan hüzünlerin ? Değer tabi arka planıysa her şey güzel günlerin. 

Peki ya değilse ? Kalbim ne kadar kaçar keskin nişancılarından kahpe kaderin ? Elbet yorulur, elbet durulur, elbet vurulur beklenmedik bir anda gayet hazırlıklı !

Ya ben gündüzleri yok yere kara saydıysam gecelerden ? Ya ben bir daha içine bakamayacağım gözlerin için içi parlayan gözlerimden olduysam ? Ya ben bir daha sarılamayacağım bedenin için bedenimi başkasına haram saydıysam ? 

Yok yere… özür diler mi sence gün gelir de Tanrı benden ?

21.08.04 / Alanya
Ferit GÜNAYDIN.

17 Ağustos 2004 Salı

OLACAK ŞEY DEĞİL - Düz Yazı


Olmuyor. Olacak gibi de görünmüyor. Ne esişim deli rüzgarlar gibi sert, ne duruşum yunan heykelleri misali asil, ne topraklarım el değmemiş bedenler misali davetkar, ne de gülüşüm gün yüzüne çıkmamış sırlar misali gizemli, sana kar etmiyor hiçbiri. Giremiyor atmosferinden yağdırdığım gök taşları. Muhafazakar ülken almıyor beni vatandaşlığına. Ben ki uğruna kendi ülkemi terk etmişim. Tek geçmişi sen bilip, sensiz geleceği reddetmişim !

Olacak şey değil, öğretmişler sana aşkı bir matematik problemi gibi. Aşk sanattır, aşk resimdir ortaya paha biçilemez tablolar çıkartan. Sen ona bir problemmiş gibi yaklaşırsan, ben sana hiç yaklaşamam. 

Olacak şey değil, ben ki Türkiye de tatil kadar ucuz, sen ki Amerika başkanı kadar zengin. Bu kadar az bir bedele böyle bir ülkeyi nasıl reddedersin ?

17.08.04 / Alanya
Ferit GÜNAYDIN.

12 Temmuz 2004 Pazartesi

DERT ETME - Düz Yazı


Kilitledin beni. Beni kilitledin lanetli köşkümün karanlık bodrumuna. Beni kalbimin en karanlık yanıyla, sana duyduğu aşkla baş başa bıraktın. Sen karşımda öylece dururken senin için tutuşmaktan daha kahredici tek bir şey daha var, o da yokluğunda senin için tutuşmak. Ama dert etme küllerimden doğmayı küçük yaşta öğrendim.

Kilitlendim kaldım her dilin aynı eyleminde. Sustum. Gittiğinden beri tek kelime edemez oldum. Gözlerinin içine baka baka konuşmayı unutmaktan daha beter tek bir şey var, o da yokluğunda konuşmayı unutmak. Ama dert etme unutarak yaşamayı senden önce de becerdim !

12.07.04 / Alanya
Ferit GÜNAYDIN.

7 Temmuz 2004 Çarşamba

BAHÇEDE ZIPLAYAN SON KURBAĞA - Düz Yazı


Ortada artık gün yüzüne çıkması gereken sorgulanamaz bir durumun saklı acıları var. Aşk… her tene ayrı yakışan, her tene ayrı yapışan, tüm zamanların en hızlı yayılan vebası. Ses hızından da öte bir hızla inen geçici felç. Sonrasında çoğunlukla kalıcı pişmanlıklar, geçici mutluluklar…

Kısa ama yoğun geçmişimin kayıtlarında hayatıma ilk ne zaman nüfus ettiği belli olmadığı için bahçede zıplayan son kurbağa olarak ameliyat masasına seni yatıracağım ve zincirleme reaksiyon olduğunu sandığım bu laneti sondan başa çözmeye çalışacağım.

İlk bakış. Ve diğer bakışlardan farklı olarak sana dair her şeyin tüm ayrıntılarıyla hafızada kalması. Kasıtlı yapmaya kalksan insan üstü bir çaba gerektirir hiç şüphesiz. Bazen aynı masada oturduğun insanların göz rengini bile hatırlamazsın, konuşurken gözlerinin içine içine baktığın halde ! Oysa ben utanmasam kaç tel saçın olduğunu sayacaktım gözün gözü görmediği bir kalabalıkta. Sonra gelen o lanet olası gülümseme yada aynı derecede lanet olası manalı bakışma faslı. Devamı katta olup olmadığını bilmediğin asansöre rastgele dalmanın riski. Ben genelde bu riskten kaçarım. Kaçmazsan kötü finale oynama ihtimalin artar, acele işe şeytan karışır.

Sonra şanslıysan kelimelerin müdahalesi, şanssızsan yalnızlığın pençesi. Acaba ihtimalinin saniyede bir istemsiz artması, istemli düşmesi. Ve kelimelerin her an mümkün darbesinden önceki tekerrür. Bir süre sonra otomatikman “ ya istiklal, ya ölüm “ parolasıyla ilk merhaba yada her neyse! Sonrası er ya da geç bir sonuca varacaktır. Mutlu ya da mutsuz…

“ Allah kahretsin yine mi? “ dedirterek kontrolden çıkan beden reaksiyonlarımın senden önce de kendini ezberletecek kadar çok ve aynı şiddetle gerçekleşmesi, senden sonra da gerçekleşmesini önlemem için birer tecrübe midir yoksa kaderin çarkına çomak sokmak, arı kovanına tekme atmak mıdır?

Alnına imza atan Tanrı, alnıma adını yazdığından sana hiç bahsetmiş midir ?

07.07.04 / Alanya
Ferit GÜNAYDIN.


20 Mayıs 2004 Perşembe

İSTEMİYORUM SENSİZLİĞİ - Düz Yazı


Yeniden gelmek istiyorum dünyaya. Seni hiç tanımamış olmak istiyorum. Adını hiç duymamış, sesine hiç alışmamış olmak… istemiyorum artık geceleri adını sayıklayarak uyanıp, adını verdiğim yastığa sarılıp, tekrar uyumaya çalışmak. İstemiyorum dinmek bilmeyen hasretini resimlerinle bastırmak. Baktığım her yerde yüzünü görmek, görmeye hasret kaldığım yüzün için gözyaşı dökmek istemiyorum. Ağlamak istemiyorum artık kafamı yastığa koyduğumda başı sensiz, sonu sensiz hayalet günlerin ardından…

Cevap vermek istemiyorum artık “ sana ne oldu? “ sorularına. Anlatmaya çalışıp, anlatamamak, anlatamadığım için kahrolmak istemiyorum. İnanmak istemiyorum senden uzak yaşamaya göğüs gerdiğim için ne kadar güçlü olduğum yalanına! Sensiz bir hiç olan, sokak ortasında seni kaybettiği için hıçkıra, hıçkıra ağlayan küçük çocuğun sesini bastırdığım için alkışlanmak da istemiyorum!

Kanser virüsü gibi hayatıma yayılmış yokluğunu geçiştirmek için uykulara sığınmak, yalnızlığımı geçiştirmek için kalabalığa karışmak istemiyorum. Büyümekse bütün bunların sebebi, büyüklükse sebebini sorgulamadan sonucuna katlanmak; ben küçülmek istiyorum. Küçülebildiğim kadar küçülüp, sana yeniden düşmek, senden yeniden doğmak, kokunla uyuyup, sesinle uyanmak, bu yazıyı hiç yazmamış olmak istiyorum !

20.05.04 / Ankara
Ferit GÜNAYDIN.

18 Nisan 2004 Pazar

TARİH SENİ AFFEDER Mİ ? - Düz Yazı


Konuşamıyoruz seninle. Susuyorum her seferinde. Uzun cümleler için büyük nefesler alıp… alıp alıp veriyorum. Oksijen gitgide azalıyor. Bir küçük pencere var gibi dışarı açılan. Gibinin aklı bu cümlede gidip gidip geliyor. Yani bazen var, bazen yok. Bir görünüyor, bir kayboluyor.

Açamıyorum ağzımı. Açsam ağzımı, kelimeler yarım yamalak çıkar, konuşamadan kapatırım, rezil olduğumla kalırım diye korkuyorum. Zaten ben biliyorum ne söylersem söyleyeyim, hiçbir anlamı olmayacak. Anlamayacaksın çünkü; dillerimiz farklı ! Öğretemedim sana bir seni seviyorum’ dan başka; onu da söylediğini duysam zaten konuşmama gerek kalmayacak. Bak şimdi bir soru soracağım ve bu soru cevabını ölene dek arayacak. Bu küçük gezegen dünyanıza çok mu uzak ?

Bu susmalar derin sorgulara atıyor beni. Sorguluyorum bütün geçmişimi doğduğum günden. Aşk, hep radara yakalanıyor. Fark ediyorum ki aşk bir trafik canavarı olmuş, zincirleme kazalarda çocukluğum ölmüş.

Bir yaptırımı olmalı elbet diye düşünüyorum ama sen olmamalısın bu yaptırım. Seni sevmek olmamalı ! Seni sevmek çok sert, seni sevmek hayatıma yönelik soykırım ! Bu soykırımla ben, tarih ansiklopedisindeki yerimi alırım da tarih seni affeder mi ? Coğrafya beni haritadan siler mi ? 

Aşkını altın tepsilerde sunup, mahkeme kararıyla elimden aldın; ilahi adalet bu davaya bakar mı ?

18.04.04 / Ankara
Ferit GÜNAYDIN.


6 Nisan 2004 Salı

KULLANIP ATTIN BENİ - Düz Yazı

Kullanıp attın beni. Bilmezsin kullanılıp atılmak nasıldır. 

Bıkılan oyuncak gibi değil, sayfası dolmuş defterler gibi değil, küçülmüş, yıpranmış kıyafetler gibi değil ; düşmana atılan top mermisi gibi nefretle, enerjisi bitmiş bir pil gibi son zerreme kadar tüketerek attın beni...

Varsa adaleti dünyanın, senide tüketip, atsınlar daha büyük bir nefretle !

Ben kim bilir hangi çöplükte...
...seni bekliyor olacağım !

06.04.05 / Ankara
Ferit GÜNAYDIN.

28 Mart 2004 Pazar

SERİN BİR MAYIS AKŞAMI - Öykü


Bir Sezen Aksu şarkısıyla başladı her şey. Eksenine girişimin ilk temelleri. İki aydır birlikteydik ama hakkında pek bir şey, belki de hiçbir şey bilmiyordum. Tek bildiğim onu çok sevdiğimdi.

Serin bir mayıs akşamıydı. Evlerimiz çok yakındı birbirine, sadece iki sokak vardı aramızda. Caddeye bakan iki apartmanın dördüncü katlarında oturuyorduk. Garip bir rastlantı, odalarımızın yerleri bile aynıydı.

Büyük, derin, kahverengi gözleri, upuzun kirpikleri, köfte dudakları, orta boy burnu, çikolata teni ve düzgün fiziğiyle gayet güzel bir kızdı... nereden bilebilirdim ki bir gün o gözler en ölümcül hastalık, kahverengi hayatımın tek rengi olacaktı ! Serin bir mayıs akşamıydı. Ferahlatıcı değil, körükleyici bir serinlik ! Tutuşuyorduk ikimizde sonsuza dek yanacak bir ateşle elele... uzun bir ayrılığın otel odasına çıkmadan önce lobide içilen son kahve. Hiçbir şey konuşmadık uzunca bir süre. Kahve bitti, ayağa kalktı, cebinden bir kaset çıkarttı. Bir Sezen Aksu kaseti. A yüzünün son şarkısı daire içine alınmıştı. “seni istiyorum”. Sarıldık kısaca bir süre birbirimize hiç dokunmadan. Dokunursak ağlayacaktık çünkü, ağlarsak ayrılamayacaktık. Gitmem gerekiyordu !

Nasıl bilebilirdim ki onunla gittiğim yoldan onsuz dönecektim. Aslında ben onunla dönecektim ama o bunu hiç bilmeyecekti. Uydusu olup etrafında dönecek, hasretinden deliye dönecektim. Sensiz yapamam deyip sözümden dönecek, kapısına kadar gidip geri dönecektim. Bu gidişin diyeti çok ağır olacak, bir şeylerin dönüşü olmayacaktı. Onu evine bıraktım, kaderime yöneldim. Çok uzaktı evlerimiz birbirinden, çok yürüdüm o gece. Bir uçtan, bir uca, ağlaya, ağlaya... ne sancılı, ne uzun bir yol !

Evime gittim, kaseti teybe koydum, duvardaki resminin karşısına oturdum. Bir Sezen Aksu şarkısıyla başladı her şey. Şarkı bitti, ben gittim.

28.03.04 / Eskişehir
Ferit GÜNAYDIN.




15 Şubat 2004 Pazar

GİTMEDEN ÖNCE - Düz Yazı

Gitmeden önce birkaç dakika daha kal. Ellerimi tut, gözlerime bak ve söyleyeceğim şeyi iyi dinle. Belki sana saçma gelecek, bünyen bunu kaldırmayacak, avukatların beni mahkemeye verecek, televizyonların ana haber bültenlerinde flaş haber girecek ama bunu öğrenmeden git istemiyorum.

Haberin olsun, aklına girsin, hatta keşke kalbine de girsin ki giderken yanında götür. Ben zaten sen gittikten sonra bunu bir ömür taşıyacağım. Zaten kendime sokağa çıkma yasağı vereceğim. Zaten bir olağanüstü hal durumu beni olağan hallerden kopartıp alacak.

Sözün özü; seni seviyorum ve hep seveceğim ! Biliyorum o hep durumuna pek inanasın gelmiyor. Unutmak insanın doğasında var, beni de unutursun elbet diyorsun. Bilmiyorsun ki insanın doğasında değil, doğanın kanununda var. Tıpkı gitmek gibi, tıpkı kalmak gibi, tıpkı ayrılık gibi...

Şimdi ben bu kanunu çiğneyeceğim seni unutmayarak. Gel sen de çiğne, gitme, kal diyebilmeyi ne çok isterdim. Şimdi olsa derdim. Gözümü kırpmadan, sonuna bakmadan, bakışlarımı bakışlarından kaçırmadan derdim ! Demedim, diyemedim... Seni önce içime, sonra kalbime attım; hasretini de paşalar gibi çekerim.

15.02.04 / Ankara
Ferit GÜNAYDIN.

6 Şubat 2004 Cuma

BİLMİYORDUN Kİ - Düz Yazı


Evet ben yanına defalarca kez gelip, hiçbir şey söylemeden defalarca kez uzaklaşan, cesaretten yoksun, itiraftan yoksun, takibinde kışının soğuğundan, yazının sıcağından, baharının yağmurundan da yoksun, küçük, utangaç bir erkek çocuğuydum.

Şimdi böyle pat diye karşına dikilip, sana bunları söylememin tek sebebi var. Bil ki utangaçlık değildi bilerek bu kadar şeyden yoksun kalışımın sebebi. Biliyordum ki kapsama alanına girmemin yaratacağı depreme varlığımın temeli dayanmayacaktı! Biliyordum ki konuşursam, sen de konuşacaktın ve sen konuşursan içten içe yanan kalbimin kapıları açılacak, oksijen teması beni hektar, hektar yakacak ve itfaiye olay yerine geç kalacaktı!

Bilmiyordun ki sana bir avuç kum çıkartmak için daldığım denizden cesedim çıkacaktı...!

Aslında ben yine gözlerinin içine bakıp, bakıp, susup, susup gitmeyi tercih ediyordum. Hani susmak hep daha anlamlıdır ya! Uzun, uzun konuşacağıma şöyle manalı, manalı bakarım, sen de anlarsın diyordum ama sen o bakışlardan pek bir şey anlamıyormuşsun gibi geldi. Ve ben de o sebepten böyle... İşte artık ne anladıysan !

06.02.04 / Ankara
Ferit GÜNAYDIN.

5 Ocak 2004 Pazartesi

DEMİR ATARSAN HABERİM OLSUN - Düz Yazı

Sana yazmak uzun zamandır aklımda. Sana senden bahsetmek, kalbimden çıktı almak istiyorum aşkını dosya kağıdına. Bu kalp, bu beden senin aşkını yıllardır taşıyor da kağıtlar taşımaz, yazarken alevlenir diye korkuyorum ! Asırlardır üzerinde tartışılan bir matematik problemi gibisin; formülün ortada ama çözümün yok. Kimse çözemiyor bir türlü mükemmeliyetini, sağlaması yok varoluşunun.

Ben de çözemiyorum işin garibi. İnsan hiç ezbere bildiği yollarda kaybolur mu ? Ben kayboluyorum ne zaman dolaşmaya kalksam ara sokaklarında. Her haritayı yırtıp atıyorum yenisini çizmek üzere. Merkezinde, sınırında, kıyısında değilsin yaşamın. Ötesindesin, çok ötesinde. Ve ben cesaret edemiyorum yanına gelmeye.

Geçtiğin yollardan geçilir mi, aştığın dağlar aşılır mı bilmiyorum. Tanrı ben olsam güllere senin kokunu, martılara senin adını verirdim. Senin sesinle öterdi kanaryalar. Tanrı olsam, emekli olurdum senden sonra yaratmaktan, seninle övünmek yeterdi bana sonsuza kadar!

Senden kusursuz işleyemez hiçbir sistem, hiçbir varlık işleyemez senin gibi oyasını yaşamın kenarlarına. Hiçbir gemi seyredemez senin gibi bu kadar topa tutulup, tutulup bu kadar tutkunluk yaratan bir edayla ! Demir atarsan haberim olsun, boş bir kamara varsa.

05.01.04 / Ankara
Ferit GÜNAYDIN.